Yelkenli İle Yunan Adaları-Sakız Adası (Xios)
Mytilini’de geçirdiğimiz 14 günün sonunda sabah 06.00 da Setur Midilli Marina’dan çıktık. Rotamız Sakız Adası...
52 mil yolumuz var, hava mis, deniz sakin, rüzgar
da arkamızdan geliyor. Yelken destekli motor seyri ile yaklaşık 8 saatte Sakız
Adasına ulaştık. Gitmeden önce yaptığımız araştırmalarda büyük bir
liman olduğunu, buraya demir atıp kıçtankara yaparak rahatlıkla bağlanabileceğimizi
öğrenmiş, liman görevlisi Stelyo’nun da telefonunu almıştık.
Yelkenlerimizi kapatıp Chios Port’a girdik, bizi
bekleyen Stelyo’nun işaretiyle bağlanacağımız yere yanaştık. Dümende Murat
Kaptan, çapada ben, demir atarak kıçtankara rıhtıma yanaştık. Palamar
halatlarını bağladıktan sonra ikimizde de biraz yorgunluk biraz da hoş bir
şaşkınlık vardı. Çünkü ilk kez marina dışında bir limana, şehrin göbeğinde,
hareketli bir caddenin önüne bağlanmıştık. Önceleri kendimizi biraz çıplak
biraz da sirk hayvanı gibi hissettik. Birileri üzerimize fıstık atacak gibiydi:) Yoldan
gelen geçen durup tekneye bakıyor, resim çekiyor vs. Limanda bizim dışımızda
birçok tekne varken bizim teknenin bu kadar rağbet görmesi ilginç geldi ve bir
anlam veremedik. Önce Türk bayrağı ilgi çekiyor sandık ama limandaki teknelerin
birçoğu Türk bayraklıydı zaten. Günler sonra anladık ki bizim teknede İstanbul
yazıyordu. Diğer Türk tekneleri ya Foça’dan ya Çeşme’den ya da İzmir’den yani
yakın lokasyonlardan geliyordu. İstanbul’un Yunan halkı için özel bir değeri
var. Biz Selanik için ne hissediyorsak onlar da İstanbul için aynı şeyi
hissediyor. İstanbul’dan oralara gelmemiz Sakız halkının dikkatini çekmişti
SIRA SIRA RESTORANLAR
Marinalardan sonra burası bizim için çok eğlenceli
olacaktı. Cıvıl cıvıl bir cadde, karşısında sıra sıra dizilmiş barlar,
restoranlar, butikler...
Burada 12 metre bir teknenin günlük bağlama ücreti 7 Euro, Biz 10 gün için, elektrik ve su dahil toplam 85 Euro ödedik. Türkiye ile kıyaslarsak böyle bir yer için çok ucuz..
Biraz soluklandıktan sonra evraklarımızı alıp
yaklaşık 1.5 km uzaklıktaki Port Police’nin yolunu tuttuk. Güler yüzlü
genç bir kadın polis, burada da geleneksel yöntemler ile transitlogumuza
girişimizi yaptı.
Bizi burada neler bekliyor? Nereleri gezeceğiz?
En güzel balığı nerede yiyeceğiz? Hangi beachlerde denize gireceğiz? Hangi
köylere tırmanacağız?...
Bütün bu araştırmalar benim başlıca görevlerim.
BURASI DA TÜRK AKININA UĞRAMIŞ
Yunanistan’ın beşinci büyük adası Sakız, adından
da anlaşılacağı gibi sakız ağaçlarıyla ünlü. Ada’nın çok eski bir tarihi var.
MÖ 6000 yıllarından beri yaşam olduğu yapılan kazılarda ortaya çıkmış.1566
yılından 1912 yılına kadar Osmanlı himayesinde olan adanın en büyük geçim
kaynağı turizm.
Sakız Adası da Midilli gibi Türklerin akınına
uğramış. Yolda, restoranda, barda gördüğünüz 10 kişiden en az altısı
Türk diyebilirim. Birçok restoranda menüler Türkçe yazılmış. Restoranlarda
fiyatlar üç aşağı beş yukarı aynı. Midilli’den bi tık pahalı. Burada sokak
aralarında tek tük meyhaneler var, onların da çoğu gündüzleri kapalı. Bütün
mevzu sahil şeridinde...
Limanın başından sonuna kadar her türlü cafe, pup,
restoran, bar, dondurmacı, pizzacı, mevcut... Tam karşımızdaki binanın
terasında ise havalı bir kokteyl bar var; TOKYO... Sabahın ilk ışıklarına kadar
güzel müzikler çalıyorlar. Daha ilk günden orayı listeye aldım!
GÜZEL MAĞAZALAR VAR ANCAK...
Limanın paralel caddesi ise giyim mağazalarıyla dolu. Bir kaç da outlet mağaza var. Buralardan çok uyguna tişört, mayo, bikini, gömlek, şort alabilirsiniz... Ancak, burada da mağazalar saat 14.00’a kadar açık bilginiz olsun. Bir kaç mağaza dışında hepsi kapatıyor. Dükkanların çalışma saatleri Midilli gibi. Siesta zamanlarına dikkat edin. Restoranların hemen hepsi aile işletmesi. Çoğunun mülkü kendilerininmiş. Kira sorunları yok, personel çalıştırmıyorlar, anne mutfakta, baba tezgahta, çocuklar garson...
Ünlü bir dondurmacısı var; Kronos...
Gece gündüz
önünde kuyruk oluyor. Dondurmanın topu 3 Euro.
Dondurma dışında birçok şeyin sakızlısını
yapmışlar. Bizim en çok hoşumuza Mastika (Sakız) likörü gitti. 500 ml’lik
şişesi 14 Euro... Kahvenin yanında nefis gidiyor benden söylemesi.
PLAJLAR HALKA AÇIK
Bütün Yunan adalarındaki plajlar halka açık. Bizdeki
gibi giriş parası istemiyorlar. Şezlong ve şemsiye kullanmazsanız denize girip-çıkın,
güneşlenin size karışan yok. Sadece şejlog ve şemsiye kullanırsanız sizden bir
şeyler yiyip içmenizi istiyorlar. Birer bira içip 8 Euro vererek de
kalkabilirsiniz.
ORTA ÇAĞ KÖYLERİ
Sakız’da ilk üç günümüz biraz keşif, biraz da
dinlenmekle geçtikten sonra Murat Kaptanın önüne gidilecek yerlerin listesini
koydum; Armolia, Kalomati, Olimpoi, Vessa, Mesta, Pyrgi,. Anavatos... Bunların
hepsi Ortaçağ köyleriymiş...
Şimdi buralara gitmek için yine bir araç
kiralamamız gerekiyorJ
Zavallı Murat Kaptan… Başına geleceklerden
habersizJ
SAKIZ’DA İLK ŞOKU YAŞIYORUZ
Gittiğimiz rent a car firmalarının hiç birinde
araç yok. Sağolsun bizim Türkler adada araç bırakmamış. Günlüğü 30-40 Euro olan
araçlar Türklerin adaya akın etmesinden sonra 80-90 Euro’ya fırlamış, o da
bulabilirsen...
ÖNÜNDEN BİLE GEÇMEYİN
Yolunuz düşer de araç kiralamak isterseniz
yanından dahi geçmeyeceğiniz firma SMART RENT A CAR... Belki de adanın en
küstah firması... Kim buradan araç kiralasa başı derde girmiş.
Bütün gün dolaştıktan sonra en insaflı rent a car
firmasının Peter Vasilakis olduğunu öğrendik. Limandaki büyük otelin yakınında.
Yardımcı olmak için elinden geleni yapan Pedro’dan akşam vakti günlüğü 60
Euro’ya bir Hyundai i20 kiraladık.
Ortaçağ köyleri bekle bizi geliyoruz!
Ertesi sabah kahvaltıdan sonra Murat kaptan ile
düştük yollara..
1. Gün Ortaçağ Köyleri (Armolia-Kalamoti-Pygri-Olimpi-Mesta)
ARMOLİA KÖYÜ
Gideceğimiz ilk köy Armolia...
Chios’a yaklaşık 30 km uzaklıkta...
Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuktan sonra köyün içinde bulduk kendimizi. Sanki 700 yıl geriye gitmişiz de zaman tünelinde yolculuk yapar gibiyiz... Binaların birçoğu korunmuş, Koca koca asırlık parke taşlarının üzerinde yürüyerek daracık sokaklara girdik. Her yeri tarih kokan sokaklarda benim ‘İnanmıyorum’’ nidalarım yankılanmaya başladı. Gerçekten de ilk gittiğimiz bu ortaçağ köyü görülmeye değerdi..
Acaba diğer köyler nasıldı?
Bu heyecanla arabamıza binip gideceğimiz ikinci
köy Kalamoti’ye doğru yola çıktık...
Yunan adalarına adım attığımızdan beri
kilometrelerce yol gittik, dağlara tepelere çıktık, bir karış bozuk yol
görmedik..
Dağın tepesindeki en ücra köyün bile yolu kusursuz. Bu ayrıntıyı da belirttikten sonra Kalamoti’de dolaşmaya başlayalım.
KALAMOTİ KÖYÜ
Burası ilk gittiğimiz köyü unutturacak kadar güzel diyebilirim. Daha büyük bir köy, orta çağ evlerinde hala yaşam sürüyor.. Yüzyıllardır ayakta kalan bu taş binaların kapısı, penceresi dahi değişmemiş. Binalar en fazla 3 katlı yapılmış, tavanları alçak, kapıları kısa, küçük pencereleri var. Bu evlerde yaşayanların yüzyıllardır aynı aileden insanlar olduğunu öğrenince şaşkınlığımız daha da arttı. Hatta dilleri bile farklıymış. Kapıların önlerinde oturan yaşlı kadınlar görüyorsunuz, ancak fotoğraf çekilmesinden hoşlanmıyorlar. Dahası yabancılardan rahatsız oluyorlar.
PYRGİ KÖYÜ
Chios merkezinden 25 km uzaklıktaki bu köy için Sakız Adası’ndaki en değişik köy deniyor. Virajlı dağ yollarından geçerek Pyrgi’ye ulaşıyorsunuz. Aracımızı uygun bir park alanına bıraktıktan sonra (Köylerdeki otoparklar ücretsiz) köyün içine doğru yürümeye başladık. Daha ilk gördüğümüz binanın resmini çekme telaşımız, her halde nasıl bir yerle karşılaştığımızı anlatmaya yeter. Binaların duvarları birer sanat eseri. Beyaz binalara kazıma yöntemiyle geometrik desenler yapılmış. 13’üncü yüzyılda korsan saldırılarından korunmak için köy, kale olarak inşa edilmiş. Pirgi köyünün sokaklarında yürürken tarihi ve sanatı aynı anda yaşıyorsunuz.
OLİMPOİ KÖYÜ
Adanın güneybatısında bulunan Olimpoi Köyü dış tehtitlere karşı korunak sağlayacak şekilde inşa edilmiş. Köy içi adeta bir sanat müzesi gibi. Diğer ortaçağ köylerinde olduğu gibi burası da son derece estetik ve şık. Kapılar ve duvarlar ilginç resimlerle boyanmış.
MESTA KÖYÜ
Mesta Sakız adasının en iyi korunmuş orta çağ
köyü. 14. yüzyılda Bizans tarafından kurulmuş köyde büyüleyici bir mimari var.
Daracık, labirent gibi sokaklarda kayboluyorsunuz. Turist akınına uğrayan bu
köyün iki tane giriş kapısı var. Bir an kendinizi o yıllarda yaşıyormuş
gibi hissedebilirsiniz. Her an karşınıza bir şövalye çıkacak sanıyorsunuz.
Yüzyıllar önce yerlere döşenen büyük parke taşlarının üzerinden yürüyerek,
daracık sokaklardan, kemerlerin altından geçerken büyülenmemek elde değil.
Köyün meydanında restoranlar, kafeler,
dondurmacılar var. Asırlık çınar ağaçların altındaki küçük renkli masalarda,
oturup bir şeyler yiyip, içebilirsiniz.
Fotoğraf çekmeye doyamayacağınız, tarihin
izlerini taşıyan bu orta çağ köyünde Yunanistan’ın en büyük üçüncü kilisesi
bulunuyor. Bizans dönemine ait Taksiarhis Kilisesi’nin mucizevi olduğuna
inanılıyormuş. Düzenli ayinler yapılan bu kiliseye, Ortodokslar dışında diğer
dinden insanlar da geliyor. Köyün gelir kaynağı turistlerden sağlansa da
asıl gelir kaynakları sakız...
Sakız Adası’na geldiyseniz bu köyleri mutlaka gezin derim. Bunun için en az 4-5 gün araç kiralamanız şart. Her biri birbirinden özel orta çağ köyleri daha önce de belirttiğim gibi size zaman tünelinde yolculuk yaptıracaktır.
Bu köylere ulaşmak için pırıl pırıl asfalt dağ yollarından gidiyorsunuz. Virajlar çok keskin, ama herkes çok dikkatli araç kullanıyor.
2. Gün Vessa-Avgonima-Anavatos Köyleri
VESSA KÖYÜ
Labirent gibi sokakları, kemerli geçişleri ve sarı taşları ile Mardin'i andıran Vessa köyü diğerlerinden daha küçük ama bir o kadar etkileyici bir ortaçağ köyü. Köy meydanındaki çınar ağacının altındaki köy kahvesinde kahve molası verebilirsiniz.
Gitmeyi planladığımız iki köy kalmıştı
Avgonyma ve terk edilmiş ortaçağ köyü olarak bilinen Anavatos var...
Şehir merkezine 25 km uzaklıkta dağın tepesinde. Sanki Everest’e tırmanıyoruz.. Virajlı yollar bırakın S çizmeyi Z çiziyor.. Murat Kaptan başladı söylenmeye, ‘’ Bu kadar köy dolaştık, buraya da gitmesek olmaz mı?’’ diye...
AVGONYMA KÖYÜ
Yaklaşık bir saat süren bu tırmanıştan sonra Avgonyma tabelasını gördük. Resmen dağın tepesindeydik. Aracımızı park edip aşağı indiğimizde bizi müthiş bir manzara bekliyordu. Hele bir de buradaki To Asteria restoranını görünce Murat Kaptan ‘’iyi ki gelmişiz’’ dedi.
Burası bir kaç haneden oluşan minik bir köy.
Daracık üç sokağı olan dağın tepesindeki bu köyde, bir otel ve inanılmaz güzel bir restoran var.
Otel, Avrupalı turistlerle dolu... Restoran da öyle...
Müthiş bir manzara eşliğinde, en lezzetli yemeği burada yedik...
Şehir merkezlerinde ne böyle bir servis gördük, ne de böyle bir sunum...
Mutlu bir şekilde hesabımızı ödeyip To Asteria’dan kalktık...
Murat Kaptan çıktığımız dağın tepesinden ‘’ nasıl ineceğiz?’’ diye söylenirken ona acı haberi verdim.
Anavatos buradan daha yukarıda...
Yani dağın zirvesinde…
KAYA ÜZERİNE KURULMUŞ HAYALET KÖY ANAVATOS
Ada’nın kuzeyinde 1300’lü yıllarda bir kayanın üzerine kurulmuş olan köy denizden 450 metre yükseklikte...Kayaların üzerine gerçek bir kale görüntüsünde inşa edilmiş. Köyün minyatürünü kayaların üstüne oymuşlar. Birbirine yapışık alçak tavanlı taş binalardan oluşan köy, 1822 yılında Osmanlı saldırısı sonrası terk edilmiş.
Bir hayalet köye dönüşmüş olan Anavatos, turistlerin ilgisini çekmekte...Ada’ya gelenlerin uğraması gereken yerlerden biri demek yanlış olmaz...
Akşamları yemek yediğimiz, güzel sayılabilecek restoranlarda iki kişi için ödediğimiz hesap 60 Euro civarında. Taze deniz çipurası yerseniz ortalama 45 Euro, ızgara ahtapot 16 Euro, kalamar, 14 Euro, jumbo karides 17 Euro, 20’lik Ouzo da 11 Euro civarında.
Izgara sardalya (10 Euro) yiyip yanında da bir bira ile salata yiyip kalkacağım derseniz iki kişi için 30-32 Euro ödersiniz. Bu rakamlar üç aşağı beş yukarı bütün restoranlarda aynı.
Chios’un çok şık müzikli barları var. Buralarda kokteyller 9 ile 12 Euro arasında değişiyor.
Hemen her yerde Türkçe şarkıların çaldığı Yunan adalarında Grek müzik dinlemeden Sirtaki izlemeden gitmeyelim dedik.
BÜYÜK HAYAL KIRIKLIĞI
Chios’ta iki tane sirtaki yapılan taverna var. Sadece cumartesi günleri açık olan bu tavernalara önceden rezervasyon yaptırmak şart. Hayalimizde bir Yunan tavernası var... Fedon’dan dinlediğimiz o güzel Grek şarkıların eşliğinde, sirtaki yapılan, tabakların kırıldığı taverna...
Cumartesi günü, saat 21 civarında rıhtımdaki bir binanın ikinci katındaki Paragka Taverna’ya gittik.
İçerisi tıklım tıklım dolu, taş duvarlı; ahşap kütüklerle dekore edilmiş oldukça büyük bir mekan...
Bizim için ayrılan, dip dibe oturacağımız neredeyse yandakilerle kadeh tokuşturacağımız masaya oturduk.,.
İçerideki 150-200 kişinin tamamına yakını Türk...
Sahnede İki müzisyen var. Biri buzuki diğeri gitar çalıyor, şarkı söylüyor.
Yunanlı bir yaşlı çift de sirtaki yapıyor.. Bu yaşta ne güzel dans ediyorlar
derken, bir anda Türkler sahneye fırladı. O anda müzik değişti Türkçe şarkı
başladı...
.
Greek müzik dinlemeye geldik ya...
Dinledik...! “Ankara’nın bağlarından” girdiler,
“Yüksek yüksek tepelere kız vermesinler”’den çıktılar....
Taverna bir anda sünnet düğünü havasına büründü...
Ankara’nın bağları eşliğinde, tabak kırıp, göbek attı bizimkiler...
Başka kültürlerin eğlencesine ayak uyduramayan toplum olduğumuzu bir kez daha gördük.
Hayal kırıklğı içinde iki kişi için 90 Euro ödeyip, kötü mezeleri tabaklarında bırakarak buradan ayrıldık.
Son olarak Chios yani Sakız adası ile ilgi
şunları söyleyebilirim; Kesinlikle gidilmesi, görülmesi gereken bir ada.
Feribotla veya varsa kendi teknenizle mutlaka gidin derim.
Hem güzel bir tatil yaparsınız, hem de inanılmaz
güzellikteki köylerde tarihi yaşamış olursunuz. Tanıştığım tekne sahibi
Türklerden bazıları teknelerini yaz-kış buraya bırakıyorlarmış.
Limana girince sol tarafta büyük bir otel var.
Otelin önündeki alan limanın en korunaklı yeri. Burada tonoz da var. Yıllık
kalan tekneleri buraya bağlıyorlarmış.
Konuştuğum bir tekne sahibi ‘’Çeşme’deki marina
benim 46 feet tekne için 14 bin Euro istiyor. Ben buraya yıllık 1500 Euro
veriyorum’’ dedi.
İşte, bu inanılmaz fiyat farkları, daha çok
yelkenli tekne sahibi olan amatör denizcilerin belini büküyor. Sevdikleri deniz
hayatından kopmamak için farklı arayışlara giriyor insanlar. Ülkemizde bu
marinaların astronomik ücretlerinden kurtulması için belediyelerin
alternatifler üretmesi şart.
BÜYÜK FARK VAR
Belediyeler maalesef tekne sahiplerini ‘’yolunacak
kaz’’ gibi görüyor. Ayvalık’ta limana yanaşıp 30 dakika kalmak için belediye
1900 lira alırken, burada ki limana bir tam gün için 7 Euro ödüyoruz
Hesabı siz yapın...
Ülkemizde marinasından, belediyesinden,
esnafından, tamircisine kadar ‘’teknesi varsa zengindir’’ anlayışı hakim.
Oysa ki, özellikle her yelkenli teknesi olanın
zengin olması gerekmiyor. Dünyada da bu böyle...
Bu anlayış bir gün ülkemizde de değişir, devlet
amatör denizcileri destekler, kısıtlı bütçesiyle bu hobisini sürdüren insanlar,
teknelerini satmak zorunda kalmaz....
Sakız Adası’ndaki 10 günlük maceramızın sonuna
geldik...
Şimdi rotamızda Samos Adası var...
Videolar ve daha fazla fotoğraf için instagramda @delimavirotalar 'ı takip edebilirsiniz...
Yorumlar
Yorum Gönder